Doğru, onun aslı çikolata değil. Hem çikolata kaşıkla yenmez. Nutella olsa ayrı mesele tabi. Neyse, konuyu dağıtmamak lazım.
Ortamda, bir “agile”, bir “SCRUM”, bir “DevOps” muhabbetidir gidiyor. Bunlar iyi şeyler elbette; karşı olduğumdan değil de…
Doğrusunu söylemek gerekirse, gene bir nane olacağı yok.
Neden mi? Kaşığımız Türk kaşığı da ondan. Biz yapamayız bunları.
Türk kaşığının nesi bozuk da yenmiyor? Biz “emir demiri keser” kültürü seviyoruz. Üst-ast ilişkisi seviyoruz. Kimin dediği olur net olsun seviyoruz. Uzlaşma sevmiyoruz. Yüzleşme sevmiyoruz.
Bunlarla agile, SCRUM, DevOps ne alaka mı diyorsunuz?
Anlatayım.
Örnek: SCRUM yapacaksınız. Haydi yapalım.
SCRUM’ın ana fikirlerinden bir tanesi, takımın kendi kendini organize etmesidir. Yani, ortada bir yönetici yoktur. Onun yerine, iki kavram vardır. Biri “Product Owner” yani ürün sahibi ki, bu arkadaş ürünün yapısı hakkındaki nihai söz sahibidir. Ancak işin nasıl yapılacağına, kimin ne yapacağına falan karışmaz. Diğer “Scrum Master” dediğimiz arkadaştır ki, esasen SCRUM yöntemlerinin doğru olarak uygulandığını takip etmekten başka bir görevi veya yetkisi yoktur.
Geri kalan insanlar, “geliştirme takımı”dır ve ne yapacaklarına kendi aralarında karar verirler.
Türk kaşığıyla SCRUM şöyle oluyor:
“Product Owner” diye biri ya yok, yada nihai söz sahibi falan değil. Genel müdür (patron, dünya başkanı, veya o organizasyon içinde güç sahibi kim varsa) kendisi gelip “Product Owner” olmaz. Ama nihai kararı da “Product Owner”a bırakmaz. Daha da acayibi, “Product Owner” olup da nihai karar verecek yetkinlikte olan kimse, o işi yapıp, geliştirme takımıyla beraber çalışmayı kendisine yediremediğinden, etkin ve yetkin olmayan birine o iş devredilir. Sonrasında, maksat aslında kararların yerinde ve çevik bir şekilde alınmasıyken, tam tersi olur, kararlar bir ters, bir düz, bir ters, bir düz gider de durur…
“Scrum Master”ın esas görevi, SCRUM kurallarının uygulanmasını sağlamak iken, kendisini müdür zanneder. Günlük SCRUM dediğimiz şeydeki amaç, herkes geri kalanların ne yaptığını bilmesi iken, onu bir günlük geliştirici ekip elemanlarına sopa atma toplantısına çevirir. Normalde, herkes kendi ne yaptığını ve ne yapacağını söyleyecekken, “Scrum Master” kılıklı müdürümüz, herkesi tek tek sorgular, sürekli neyin neden olmadığına odaklanır.
Oldu mu şimdi SCRUM? Şeklen oldu. Özü kayboldu. Türk kaşığıyla Amerikan çikolatası işte.
Yetmedi mi? Haydi DevOps yapalım.
DevOps’u herkes bir ucundan tutuyor da, önemli kurallardan biri şu: DevOps, üretim sistemlerinin sahibidir.
“Evet tabi” diyorsanız bir daha düşünün. SAHİBİDİR diyorum.
Şu senayoyu Türk şirktetinde kafanızda canlandırın: Yeni yazılım versiyonu var. DevOps’a geliyor. Adam bakıyor, testini falan yapıyor. Olmaz diyor, şu problemler hallolmadan çok riskli, üretime alamayız bunu.
Yazılım müdürü köpürüyor. “Amanın o zaten geçen haftaya lazımdı” (yazarken bile içim kalktı) diye telefona sarılıyor, genel müdürü arıyor “bunu hemen üretime almamız lazım, DevOps’çu Mahmut reddediyor” diyor.
Genel müdür de diyor ki, “Üretim sisteminin sahibi Mahmut. Onu ikna et, benim yapabileceğim bir şey yok.” diye cevap veriyor.
Olmadı değil mi? Bunu yapacak Türk genel müdür tanıyan var mı? Bizde olacak ise şu: Genel müdür Mahmut’u arar. “Lan Mahmut! Şirketi mi batıracan lan sen, al şunu üretime!” Mahmut alır. Ondan sonra hiç üzerine sorumluluk almaz. Geleni geçirir. Sadece kendini suç dağıtımına hazırlar. Ne oldu? DevOps bitti. Şeklen DevOps var mı var. Özü kayboldu. Aha Türk kaşığıyla Amerikan çikolatası.
Daha mı? Agile da yapalım mı?
“Agile” olmanın özü ne? Değişimden kaçınmamak, değişimi kucaklamak, hayatın bir gerçeği olarak almak. Müşteriyle beraber çalışmak. Her aşamada çıkan problemlere beraber eğilmek, değişen şartlara göre projeyi yönlendirmek. Ortaya mümkün olduğu kadar erken ürün çıkarmak, oradan yineli bir şekilde sürekli hedefe daha yakın ürünler üreterek gerçek anlamda çevik olmak.
Değişimi kucaklamak?!?
Türke her şeyi de, “değişimi kucakla” deme arkadaş.
Adam proje yaptıracak. Tam ne istediğini bilmiyor. Agile olsun istiyor. Ama süresi belli olsun. Parası da belli olsun istiyor.
Yani, süresi değişime tabi değil. Parası da değişime tabi değil.
Bunları sabitlersen, projede değişim olunca, bunun sonucu ne olur?
Yazılımcı fazla mesai yapsın, parasını da almasın, ahanda sonucu bu olur.
Yani, tam olarak “Çevik olalım dediysem, sen çevik ol demek istedim!”
Yeri geldi söyleyeyim: Yazılımcının suçu ne ağa?
Türk olmak ve Türk kaşığından yemek yemek. İşte suçu bu.
Ne oldu yine? Agile olacakken, yine yazılımcı dövdük. Agile’ın şekli var. Özü kayıp. Hoppala paşam, Türk kaşığıyla Amerikan çikolatası.
Bunları böyle yaparsın, sonra çıkıp sağda-solda anlatırsın, şöyle acayip agile olduk, böyle mükemmel DevOps yaptık, bir SCRUM uyguladık ki, parmaklarını yersin diye…
Sen önce bir kaşığını göster bakalım da… O kaşıkla o çikolata yenebilir mi ondan sonra düşünelim.
Rahmetli Barış Manço’nun “Düriye”sinden iki mısra ile kapatalım:
Altın çöpe düşse değerini kaybeder mi?
Tenekeyi parlatsan hiç çeyrek altın eder mi?
Akin Kaldiroglu der ki
Nefissss! Eline sağlık Yaşar hocam.
Sendromumuz: Bilgiye (Batı’dan geliyorsa) tap ama düşünmeyi düşünme!
Onur Özcan der ki
http://tr.wiktionary.org/wiki/Al%C4%B1%C5%9Fmad%C4%B1k_g%C3%B6tte_don_durmaz
Cihan der ki
Selamlar,
Çok eğlenceli bir yazı olmuş. Katılmadığım nokta ise Türk olmakla bu olumsuzlukları bağdaştırmanız. Kapitalist düzenin hakim olduğu her toplumda bahsettiğiniz sorunlar yaşanıyor. Biz sadece Türkiye’yi biliyoruz. Halbuki aynı sorunları yaşayan Avrupalı şirketlerde var. Ayrıca söylediklerinizin bir çoğu bilgisizlikten kaynaklı. Kusura bakmayın katılamıyorum. Söylediklerinizi çok iyi yapan şirketlerde var o zaman onlar Türk değil mi?
mufit sozen der ki
Hocam gozleminiz cok yerinde, ben kendi sahsi tecrubemle bir iki sey daha eklemek isterim:
Turkiyede proje yonetiminin iki metodu vardir, bunlardan birincisi buyuk oranda baslangicta kullanilir, ikincisi de projenin ilerleyen safhalarinda. Bunlar:
1- Harala gurele: Halk arasinda ‘gaza getirme’ diyede bilirir. Hadi arkadaslar, hep beraber, aslanlarim benim siz herseyi basaririsiniz, Ecdadimiz Taaa….. diye baslar. genellikle projenin ilk 1/3luk bolumu bu sekilde gider.
2- Hot-Zot: Projenin gecikmekte oldugu ve kimsenin neyin nasil yapilacagi konusunda berrak bir fikri olmadigi ortaya cikinca bu metod uygulanir. Yakarim ulan1 Herkes cumartesi pazarlarida calisacak. Bayram ve tatil gunleride calisilacak. Hic kimse benden once eve gitmeyecek. Herkes 24(neredeyse) saat sirkette calisacak. Bug bulursam onu yazani isten atarim. mTester’a ne gerek var, hata yapan programciyi atalim yerine hata yapmayani alalim, nasil olsa zebil ziyan programci var turkiyede. gibi devam eder.
Oyle Agile, Lean, scrum filan bizi kesmez cunku atalarimiz taaa … netekim.
Ama yinede bu ulkede programci olmak Amarikada(yada Alamanyada, Danimarkada vb) programci olmaktan daha iyidir! Bunuda su kucuk fikra ile aciklayasbiliriz:
Dört samimi arkadaş aynı arabada yolculuk ederken trafik kazasında ölürler. Azrail “”Türk cehennemine mi yoksa Avrupa cehennemine mi gitmek istersiniz?”” diye sorar. “”Fark nedir?”” diye sorarlar. Azrail “”Avrupa cehenneminde her Gün bir kepçe Türk cehenneminde her gün bir kova bok yersiniz”” der. Üç tanesi “”biz Türk doğduk, Türk ölürüz”” der.
Bir tanesi ise uyanıktır, Avrupa cehennemini seçer. ve aradan epey zaman geçer avrupa cehennemindeki adam artık kepçe kepçe yemekten bıkmıştır, arkadaşlarının durumunu merak eder, hallerini görmek için ziyarete gider.
Oysa onlar şen şakrak gülerek karşılarlar onu. Dayanamaz sorar: “”Ben bir kepçesini hazmedemezken siz her gün bir kova bok yiyip nasıl bu kadar neşeli olursunuz?””
“”Oğlum oğlum”” derler “”Burası Türk cehennemi, bir gün bok olur kova olmaz bir gün kova olur bok olmaz, 3 aydır bir bok yediğimiz yok!”””
Yaşar Safkan der ki
Önce şunu söyleyeyim: Bu kadar alıngan olmamak lazım. Bir zamanlar, “Bizimkiler” dizisinin kapıcısının karakterine karşılık, kapıcılar “hayır hepimiz böyle değiliz” diye ayaklanmışlardı. Doğru tabi. Tüm Türk şirketleri ve insanları böyle değil. O hesapla ben de Türküm zaten.
Kapitalist düzenin hakim olduğu her toplumda bahsettiğim sorunlar yaşanıyor, bu da doğru.
Öte yandan, olayın bir de dağılımı var. Ben yalnızca Türkiye’yi bilmiyorum; gerek okuduklarımdan, gerek arkadaşlarımdan, gerek direkt olarak birinci el deneyimden Avrupayı ve Amerika’yı da biliyorum. Oralarda da gayet rezil şirketler var.
Türkiye’de ise, -maalesef- bahsettiğim sorunlar, bizim toplumsal özelliklerimizden de kaynaklanmak itibarıyla, çok ezici durumda. Pek çok insandan daha çok şirket gezdim, daha çok proje gördüm. Hem startup ortamlarında, hem büyük şirketlerde. Olumsuzlukların Avrupa ve Amerika’da olduğundan çok daha yaygın olmasından çok ama çok rahatsız olduğum için bunları yazıyorum. Çoğu kez, bu durumlarla karşılaşan yazılımcı kardeşlerim, bunu “böyle olur” falan zannediyorlar. Maksat, bunların olmasını engellemek.
Türkiye’de elbette iyi niyetli şirketler var. Onlar da elbette Türk. E canım, onlar da üzerlerine alınmasınlar zaten. Hem, aslında onlar da piyasaya hakim olan bu durumlardan mağdurlar. Basitçe, herkes insanları sömürürken, sömürmeyip hakkını vermeye kalkınca, kurduğunuz şirket uzun ömürlü olamıyor. Derdimiz, hakkaniyeti savunmak; hakkaniyetli davrananlara yaşama şansı tanıyacak bir piyasanın oluşmasına çalışmak. Yoksa herkese birden “Türksünüz hepiniz iğrenç insanlarsınız” falan demek değil.
Keşke bilgisiz olsam gerçekten. O “mutlu cehalet” günlerimi özlüyorum bazen.
Tuncay Uzun der ki
Merhaba,
Faydalı olabileceğini düşündüğüm için 2 Scrum tecrübesinden bahsetmek istiyorum.
1.sine global bir firmada şahit oldum. İçinde bulunmadım, sadece gözlemledim.. Şirket bir proje için Scrum Master’lık tecrübesi olan bir kişiyi transfer etti. İlk 3 gün günlük topalntılar/daily scrum’lar kriz çıkardı. Bu kriz 2 ay sürdü. 2 ay sonra sadece hafifledi. Proje ekibi ne olduğu , neden uygulandığı yüzeysel kavram bilgileri haricinde anlatılmadığı için Scrum’ı i gereksiz bir prosedür olarak görüyordu ve toplantıya geç gelmek bir çeşit protestoya dönüşmüştü. Scrum Master bu durumu düzeltebilmek için geç gelene para cezası uygulanması gibi dahiyane(!) fikirler attı ortaya.
Product Owner’ı ara ki bulasın, Backlog’daki işlerin içeriği her gün değişiyordu. İş önceliği Hakk getire. Bir süre sonra scrumımsı bir yöntem çıktı ortaya. Her ne kadar Scrum Master bu durumdan rahatsız olsa da , yönetici bazında bir irade bulamıyordu arkasında.
2. Scrum tecrübesinin bizzat içinde bulundum. Hayatımda bu kadar hiç bir şey yapmıyormuşum hissiyle tonla iş yaptığım bir dönem hatırlamıyorum. Şirket uluslararası bir agile koçluk firmasından destek alıyordu. Koçluk firması 6 ay da bir ekipleri denetlemeye geliyor, ekiplere ve şirkete performanslarını karşılaştırmalı olarak rapor ediyordu.
Ekipler genellikler beklenen toplam velocity’lerin üzerinde iş yapıyordu. Bir sprint olarak hesaplanan iş %99 bir sprint’te bitiyordu. Backlog muhakkak önceliklendiriliyordu ve bu önceliklendirmeye mümkün mertebe uyuluyordu. Neticede ortaya verimli çalışan ekipler, zamanında biten kaliteli işler çıkıyordu. Her şey mükemmel miydi,? Değildi elbette. Takım organizasyonları sıkıntılı olabiliyordu. Mesela bazı ekiplerde bazı kişilerin ayrılması ciddi krizler oluşturabilirdi. Ekip içerisinde ayrılan kişinin işini devam ettirebilecek kişi eksiği bir çeşit yanlış takım organizasyonu sayılabilirdi.
Bence Scrum ya da diğer proje yönetim modellerinin uygulanabilmesi için yazıda da değinildiği üzere ciddi şekilde şirket iradesi lazım. Bunların rutin prosedürler olmadığı, hayatımıza büyük kolaylıklar getireceği ,mümkünse örnekleri ile, o işin içerisinde bulunacak herkese anlatılmalı.
hakan der ki
Bizde bir hastalık var. Batılı(Batı Avrupa/ABD) ne yapmışsa iyidir. Hemen alınıp kopyalanmalı ve anavatanında neden hangi koşullarda ne şekilde neyi çözmek için uygulanmış düşünme araştırma zahmetine girmeden uygulanmalıdır. Bunun bu coğrafyada bu derece yaygın ve baskın olması ayrı bir sosyolojik ve psikolojik durum olup üzerinde ciddi araştırma yapılmadıysa ben olsam ciddi olarak yapmaya gayret ederdim.
ferhat der ki
Adeta yaşadım… Ayrıca evet Düriye şarkısını da hemen akabinde dinledim 8)
Onur Özcan der ki
O zaman buyrun buraya: https://www.youtube.com/watch?v=3xjx8Z7m1E0