Uzun zamandır yazı yazmamışım. Hasta olup, bir haftadan uzun süre evde yatmış olanlar bilir, insan sokağa çıkınca kendisini bir garip hisseder. Sanki daha önce hiç sokağa çıkmamış, ya da yürümemiş gibi.
Hah işte kendimi şimdi öyle hissediyorum. Ama sanırım yazdıkça açılacağım.
Başlığın nereden türediğini hemen söyleyeyim de, konu bağlamsız kalmasın:
Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış!
Geçen gün Watts S. Humphrey’in “Reflections on Management” kitabını okuyordum. Baş tarafına yakın, şöyle bir paragraf geçiyor:
“Listen,” I explained, “management doesn’t know how long this project will take, and neither do you. As long as you are both guessing, the manager will always win. The only way out of this bind is for you to make a plan and do your utmost to accomplish what management wants. Then, if you can’t meet his deadline, you will understand why and be able to defend your schedule.”
Merak etmeyin, blog Türkçedir. Klavyem bastığınca çeviriyorum:
“Dinle”, diye açıkladım, “yönetim de, sen de bu projenin ne kadar süreceğini bilmiyorsunuz. Her iki taraf da tahmin ediyor olduğu sürece, yönetici her zaman kazanacaktır. Bu açmazdan tek çıkış yolu, senin bir plan yapıp, yönetimin isteğini yerine getirmek için elinden geleni yapmandır. Bundan sonra, verilen zaman sınırına uyman mümkün olmuyorsa, neden uyamayacağını anlar ve kendi zaman planını savunabilirsin.”
İtirazım var, sayın hakim!
Yani, şu andaki şirket kültürleri ve iş yapma tarzının içinde, yönetimin kazandığına herhangi bir şüphe yok. Hatta, ülkemizde yetkiler daha yukarıda toplanma eğiliminde olduğu için, bizdeki durum Humphrey ağabeyin tahmin ettiğinden daha da ağır.
Bölümün devamında, böyle bir durumla karşı kaşıya kalındığında, (ki bu aşağı-yukarı her proje başlangıcı demektir) nasıl planlama yapılacağını, nasıl ölçüleceğini falan anlatıyor. Bunlar da, öğrenilmesi, bilinmesi gereken şeyler; bu da tamam.
O zaman itirazım neye?
İtirazım, “yönetici her zaman kazanacaktır”ı kabullenmeye, bunu sanki yönetimin hakkıymış gibi görmeye. Yani, burada olan durum şu: Yönetici, işin özünden, zorluğundan veya büyüklüğünden bağımsız, tamamen kendi isteklerine ve/veya dış parametrelere göre bir zaman sınırı belirleyecek. Yazılımcının da görevi, bunun neden olmayacağını kırk dereden su getirerek ona anlatmak olacak. Bunu da, “bu işler böyledir” diyerek kabulleneceğiz.
Yok öyle yağma!
Bunun ismini, “Deli Yetkisi” koyuyorum. Hiç bir ölçüme ve planlamaya dayanmadan, sadece kuyuya taşı atabildiği için, keyfî zaman sınırı koyan adam, adı veya unvanı ne olursa olsun, deli yetkisi kullanıyordur. Çünkü, bu davranışın sonunda, kırk akıllı adam ya kırk gün neden olmayacağını ona anlatacak, ya da çıkmayacak taşı oradan çıkartmaya çalışacaklardır.
Deli yetkisi kimsede olmamalı.
Bilimde, basit bir prensip vardır:
İspat yükümlülüğü, iddia sahibine aittir.
Tabi, biz bu prensibi de tam öğrenebilmiş değiliz. Senelerce haberlere ve televizyona, yakıtsız çalışan uçak, erke dönergeci falan yaptığını iddia eden adamları çıkarttık, karşılarına da bilim adamlarını oturtup tartıştırttık. “Ben yakıtsız çalışan uçak yaptım, olmayacağını siz ispat edin” denmese de, buna yakın lafları ettik.
Ama olmaz. Herhangi bir tartışmada olmaması gerektiği gibi, ne bilimde, ne mühendislikte, ne de iş aleminde, “bence böyledir” deyip, arkasını hesap ve delille doldurmadan, kimse başkasına düşüncesini kabul ettiremez, olmayacak işe de koşamaz.
Ama, yukarıda da dediğimiz gibi, bu sürekli oluyor…
Kabullendiğimiz, hatta daha ileri gidip, normalleştirdiğimiz, hak saydığımız sürece, daha da ileri gidecek. Olmayacak işlerin peşinde, sütümüzü değil kanımızı dökerek çalıştığımız zamanların sonu gelmeyecek.
Yani…
Planlama öğrenin. Zaman planı yapmayı da öğrenin. Elemansanız kendinizi, müdürseniz ekibinizi yönetmeyi de iyi bilin.
Ama deli yetkisi kullanmaya çalışana, her yerde, her durumda itiraz edin. Delil isteyin. Hesap isteyin. Aslında bilmeden konuşulduğunu ortaya koyun.
Çomağınızı da saklamayın!
Erhan der ki
Deli yetkisi, o kadar yerinde bir isimlendirme olmuş ki!
Bu yetkinin özellikle yazılımdan anlamayan patron, müdür, yöneticilerde olduğunu görüyoruz. Türkiye’de iş yapmaktan sıkıldım bu yüzden.
Yazı için teşekkürler.